Emekçi Deniz Kızı


Uzaktan bakarsın katıksız manyak dersin , biraz daha yaklaşırsın ve ozaman da dersinki hakikaten manyakmış. Ama tam öyle değildir aslında büyümeye isyan eden insanlar vardır ölümüne olgunlaşsalarda içlerindeki çocuk saçmalamaya "begüm huuuuuuuuuuuuuuuu" diye bağırmaya devam eder.

Üniversite hayatımın en zor dönemi bir vize ya da final haftası değildi , sevdim sevildim unutuldum aşık oldum unuttum bu da değildi , aileden ayrı kaldım yoruldum bu hiç değildi , gün geldi param cebime sığmadı gün geldi aç kaldım bu da değildi. En zor olanı geçenlerde 2 gün önce karar verip yola çıktığımız pikniğin hazırlığı ve stresiydi.

Çünkü ben ve arkadaşlarım bir işe giriyorsak en iyisi olmalıydı. Hazırlıklar tamamlandı , alınacalar alındı sıra o pikniği mükemmel hale getirecek piknik kadrosunu belirlemeye geldi. Kontenjanımız 14'tü. Vakit kaybetmeden çalışmalara başladık ve işi olmayan sevdiğimiz dostlarımızı aramaya başladık. İşi olmayanlar daha telefonlarını açmadan tamam demişlerdi bile. Ama bir eksiklik vardı. Hemde büyük bir eksiklik. Sitemiz yazarlarından entel , aykırı , çılgın , deli , manyak "Deniz" gelemeyeceğini haber verdi. Evde yas hüküm sürmeye başladı hepimiz üzerimize siyah kıyafetler giydik suratlar asıldı. Ama bizim hala umudumuz vardı. Deniz'in gelememe sebebi oldukça kalındı piknik gününün akşamında eşşşşeeekk kadar bir sınavı vardı. Tutturmuştu sınavda sınav diye...Gelgelelim Deniz'in atladığı birşey vardı biz onu o piknikte görmek istiyorduk..

Gece saat 3.00 4.00 sularında bir kaç saat sonra yola çıkılacak olmasına rağmen amansız bir mücadele vardı. Deniz'e verilen vaatler boyu geçmekteydi. Yolda ibo'dan türküler gelecekti , ve benden sınırsız yavuz hoca taklitleri.

Gelmez heralde diye düşünüyordumki Deniz inanılmaz kararı aldı. Eşşşeeekkk kadar olan sınavını büte bıraktı. Risk aldı okulunu uzatmaya yeltendi. Ama Deniz bizi satmadı... Gel dedik geldi , salıncağa bin dedik bindi , koş dedik koştu , hızlı koşma terlersin dedik hızlı koşmadı terlemedi , kendisiyle beraber getirdiği benim biçer döver zannettiğim ama aslında fotoğraf makinesi olan aletide pikniğe ayrı bir neşe kattı..

Peki ne olacakatı Deniz gelmeseydi? Şimdi soruyorum herkese Deniz gelmeseydi kim "Begüm huuu" diye bağırarak oynayacaktı?? Kim 894357499 oktavlık kahkahasıyla kulaklarımızı zorlayacaktı? kim benim adım ebruli şarkısını söyleyecekti? Kim 2 aylık yeğeniyle yolda telefonda konuşmaya çalışacaktı? tabi cevap yok hiç kimse...

Deniz'e tekrar teşekkürlerimizi iletiyoruz ve yeni organizasyonlar talebini gözardı etmeyeceğimizin sözünü veriyoruz... Bizi satmadığın için teşekkürler :)

Canli Yayin

Satıcı Dili ve Edebiyatı 3


Dört kocaman sene sular gibi akıp geçti. 48 ay 192 hafta ve şu anda kafadan hesaplayamadığım kadar gün(4 senede bir 366 çekiyo kafa karıştırır). Bu üniversite döneminden sonra elde avuçta kalan tek şey yaşanmışlıklar , acı tatlı anılar. Gençliğimizin verdiği güvenle hızla geçen zaman içerisinde dostluklardan başka hiçbirşey gözümüze takılmazken birde şu satıcılıklar olmasaydı hayat mükemmeldi. Bu insanları tanıyamamışmıydık peki? Çok güzel oynadılar bizlere ve yılanlıklarını , akrepliklerini , tilkiliklerini , çıyanlıklarını göstermek için üniversite hayatlarının son günlerini beklediler belkide. Satıcı dili ve edebiyatı yazı dizisinin 1 ve 2. kısımlarında 6 arkadaştan geriye 4 kişi kaldığımızı belirtmiştik. Ama anladık ki o 4 kişide içlerinde bir yılan beslemekteymişler... Bu içimdeki acıyı siz sevgili okurlarımızla paylaşmamın tek sebebi ibret almanızı istemem yoksa o insana bir ders verme güdüsü taşımıyorum çünkü benim için bitmiş bir şahsiyetten bahsetmekteyiz.



Okulumuzun son haftası itibarıyla heyecanla yollara düşmek için doğru zamanı bekliyordum. Bunun için geçtiğimiz pazar günü saat 16.00 sularını tercih ettim. Hemen öğlen saatlerinde can dostum yol arkadaşım her türlü arkamı dönebileceğimi zannettiğim kardeşim bellediğim ama sonuçta sadece bellendiğim arslan marx halk arasında aykut denilen ama sadece bir yılan olan bu kişiyi aradım. Ve akşam onunla beraber 100 küsür kilometrelik yolu gitmek istediğimi beyan ettim.



sleepless : kardeşim akşam izmite beraber gidleim mi? Senin için bir mahsuru var mı? eğer var ise hemen söyle hiç problem değil…


arslan marx: Olabilir gideriz neden olmasın yaa uff tamam tamam gideriz madem istiyosun pufff…



sleepless: Neden öyle diyorsun ki son zamanlarımı siz değerli dostlarımla geçirmek istiyorum.


arslan marx: tamam ya offf puff cart curt kıl tüy gideriz kaçta?


sleepless: kaçta istersen.


arslan marx: iki saat önceden haber ver yeter hadi kapat işim var gücüm var.





Aramızda geçen bu dialog biraz canımı sıkmıştı ama yinede arkadaşımın yoluna can vermeye hazırdım. Arslan marx’ı 2 saat değil tam 2 buçuk saat önce aradım can dostum güzel insan dedim ne kadar da yanılmışım sonradan anladım. Haydi dedim hazırsan gidelim dedim yollara düşelim dostluğumuz pekişsin sırt sırta verelim uzun yollardaki virajların anlamı artsın dedim. Bana verilen cevap ise ben gelmiyorum oldu o tehlikelerle dolu istanbul – izmit otobanında yalnız kal oldu. Kurda kuşa yem ol parça pinçik ol Allah seni patlatsın oldu. Ve akabinde telefondan gelen dıt dıt dıııııtt sesini duydum. Evet yanlış anlamadınız dıt dıt sesi yani yüzüme kapattı. Biraz ara vericem üzgünüm gözyaşlarımı tutamıyorum…….





Ertesi gün öğrendim ki satılmamın tek sebebi bir 70lik şarap , bir ortaboy nargile , kavunlu marpuç ve kim olduğunu bile bilmediğim belkide olmayan hayali bir dost… Güya ilkokul arkadaşı ilkokuldan beri kim bu yılanla arkadaş olur onuda anlamış değilim.

Şimdi sizlere soruyorum dostlar bir günahkar şarap kadehine heryerde 3 5 kayme karşılığında bulunabilen iki nefes nargileye bir DOST bakın arkadaş demiyorum DOST satılır mı? Satıldı işte kaybeden ise yine biz olduk erhan oldu ben oldum gürkan oldu. Bir dost kaybettik… “SATICILAR” 3 – 0 “dostları için ölmeye hazır olanlar”. Şarap istedide ısmarlamadık mı?? nargile istedide yakmadık mı?? sırdaş ol dedi olmadık mı?? Lanet olsun bu hayata bu satıcılarada inandıkları değerler akıl fikir versin…

Satıcı Dili ve Edebiyatı 2


Bir insan neden yaşar ki? Gururu , onuru , sevdikleri için. İnsanı en mutlu edenlerden bir tanesi değil midir iki sevdiği arkadaşının ya da akrabasıyla arkadaşının ya da sevdiği insanla arkadaşının tanışması , kaynaşması. Ama bu yazının anafikri şudur ki bu haz alma düşüncesi her zaman hazla sonuçlanmaz ve dost sandığınız insanlar tarafından arkanızdan hançerlenebilirsiniz ve bu yaranın iz bırakmadığı görülmemiştir.


Ben bu noktada bir hikaye anlatmak istiyorum. Bu hikayenin gerçekte yaşanıp yaşanmadığını beyan etmeyeceğim. Bilen zaten biliyor.
Zamanın birinde Kocaeli üniversitesinde okuyan çok sıkı dostlar varmış. Birbirlerine canlarını verme potansiyeli olan bu genç delikanlılar gözlerini budaktan sakınmazlarmış. Bu arkadaşlardan Anadolu’nun bağrından kopup gelmişliğiyle tanınan ve arkadaş grubunda herkesin gözü kapalı arkasını döndüğü fiziksel görünüm olarak mısırı andıran bir tanesi varmış. Hikaye bu ya bir gün arkadaş grubundan uzun boyluluğuyla bilinen the big bang theory’deki Sheldon’a benzeyen olanı fakültede bir kızla tanışmış. Bu alımlı ve güzel bayandan inceden inceye hoşlanan bu genç fakülte kantininde çalışan mısıra benzeyen arkadaşına bu genç hanım kantine geldiğinde ona benden kahve ısmarla ve para alma demiş. Fakat anlaşılmaz şekilde ve ısrarla bu kahveyi ısmarlamayıp arkadaşının saadetine mani olan mısır sheldon’ın sinirlerini her geçen gün germiş. Arkadaş grubunda duygusallığıyla bilinen ve aslan max’a benzeyen olanı ve dijital ortamlardaki yeteneğiyle bilinen dış görünüm olarak barcelona’lı iniesta’ya benzeyen kişilerde durumu kavrayamamışlar. Günler günleri haftalar haftaları aylar ayları kuyruğunu kovalayn bir kedi gibi kovalamış. Günün birinde facebook’ta vakit geçiren Sheldon fakültede gördüğü genç hanımın mısıra benzeyen alçak arkadaşı tarafından facebooktan eklendiğini ve üstüne üstlük birde utanmadan dürtüldüğünü görmüş. İçindeki acı kendisine büyük gelen ve defalarca intiharın eşiğinden dönen sheldon kızla olan geleceğinide kafasında bitirmiştir. Çünkü diğer arkadaşlarının da hem fikir olduğu gibi artık bu kız mundar olmuş. Atsan atılmaz satsan satılmaz üstü başı mısır kokan lanet zıkkım bir hal almıştır bu durum. Tek gecede en az 7 sene yaşlanmış sheldon. Odası 7 uyurlar mağarası diye İzmit’e gelen turistler tarafından ziyaret edilmeye başlanmış. Her şeye rağmen pişkin pişkin ortalıkta gezinmiş mısır suratlı mısır yürekli mısır bilekli bu utanmaz adam ne yazık ki.
Benim size tavsiyem dostum dediğiniz insanları iki kere gözden geçirin. Sonra arkadan yenilen hançerleri çıkarmak çok can yakıyor. Özellikle dostum dediğiniz insan uşaklıysa , mısıra benziyorsa , ismi lazım değil ama isminin eğer baş harfi “İ” ise dikkatli olmak ve gözleri açık tutmak gerekir.
Maalesef günümüzde etrafımız facebooktan elalemi dürtmek için yılanca pusuda bekleyen insanlarla dolu. Bunlara karşı birlik olup daha temiz ve el değmemiş facebook profilleri için elimizi taşın altına sokmalıyız. Saygılar…
İmza: sheldona benzeyen madur ama bir okadar da marur mısırzede genç….

Satıcı Dili ve Edebiyatı

adsız Üniversite insanın büyümesinde büyük bir yere sahip. Kişiliğin oluşmasında, bireyin kendini ve insanları tanımasında iş hayatına atılmadan önce size çok büyük faydaları oluyor. Yararcı, çıkarcı, dost bildiğiniz insanların bazı çıkarlar uğruna neler yapabildiğine tanık oldukça biraz daha büyüyor, biraz daha olgunlaşıyor, dünyanın aslında o kadar da pembe olmadığını daha iyi anlıyorsunuz.

Örnek olarak başımızdan geçen en son olay da buna güzel bir örnek olacak nitelikte ve insanların üniversitenin insanı ne derece olgunlaştırdığı hakkında bir fikri olabilmesi açısından önemli.

Üniversiteye gelmişsiniz, dört yılınızı belli bir grupluk (3-4 kişilik) arkadaş, daha doğrusu dostlarınızla beraber geçirmişsinizdir. Üniversitedeki dostluklar diğerlerinden çok daha büyük olur, çünkü günün 24 saati beraber olduğunuz, bir parça ekmeğinizi, cebinizdeki son paranızı paylaştığınız bir dostluktur.

Neyse konuya gelelim. Evde bu büyük dostlarımızla oturmaktayız. Yine her zamanki gibi espriler, muhabbet son raddede, son hız devam ediyor. Dostlar ve “eski” dostumuzla beraber muhabbetimiz de şu şekilde devam ediyor.

Sezer, Aykut, Erhan ve Gürkan :  arkadaşlar

Lazut ve Memet : eski arkadaş

 

Sezer: Kardeşim yarın ne yapıyorsun?

Lazut: heçç yaaaa işte işim var (!)

Aykut: hayırdır ne işi kardeşim ?

Lazut: heçç yaaaauuu işte, arkadaşla buluşcam (:S)

Erhan: oooo kardeşim, iş falan, ne iş? İyi iyi…

Sezer: Oğlum söylesene ne işi ?

Lazut: yok bi’ şey yaa, (el alt dudaktan başlayarak alna kadar suratı saklayacak şekilde kapatılır)

Sezer: Abi kimden saklıyorsun? Şurda çekineceğin kim var söylesene? benden mi, Erhan’dan mı, Aykut’dan mı çekiniyorsun?

 

Bu muhabbet yaklaşık olarak 24 dakika 37 saniye sürer ve sonunda Lazut durumun boka sardığının farkına varır, en sonunda yarım ağızla ağzındaki baklayı çıkarmak zorunda kalır.

 

Sezer: abi hadi yaa, offf söyle işte ne işi?

Lazut: heçç yaauuu pkiniğ gidecğm yarn…

Aykut: ne(!) pikniğe mi? Pikniğe mi gidiyoruz yarın?

Sezer: evet abi öyleyse tamam, zaten bugün Memet de bana piknik falan bi’ şeyler mırıldanmıştı demek ki buymuş, eee yarın mı gidiyoruz? Abi bu saatte mi söylenir! Neyse hazırlanalım o zaman.

Erhan: İyi de benim haberim yoktu, neyse hazırlanalım, niye önceden söylemediniz!

Aykut: Dur ben Memet’i arayayım, madem gidiyoruz(!)

Aykut: Memet kardeşim nasılsın? Yarın pikniğe gidiyoruz bak sen de geliyorsun, hazırlıyoruz biz her şeyi.

Sezer: evet abi süper olacak yarın sabah çıkıyormuşuz. Geliyorsun değil mi?

Aykut: abi biz her şeyi ayarlıyoruz, sabah çıkarız tamam mı?

 

975-9146-44-4vz4t58 Olaylar bu şekilde gelişmiş, Sezer, Aykut, ve Erhan sabah pikniğe gideceğinin sevinci içerisinde evde konu hakkında muhabbet ederken bilmedikleri bir şeyi öğrenirler.  Aslında pikniğe onlar davetli değildir. Eski arkadaşlarımızdan Lazut ve Memet kendi aralarında başka insanlarla piknik ayarlamış ve bizden gizlemek istemiş ama başaramamışlardır. Bu insanlar ki, yıllarca aynı evde oturmuş, aynı yemeği bölüşmüş olduğumuz insanlardı. Arkamızdan vurulacağımızı, işler çevrileceğini hiç bir zaman düşünemezdik. O an bir diğer kardeşimiz Gürkan aradı ve tabii bunları duyunca bir anda ne diyeceğini bilemedi, ben bi’ ara bi’ hıçkırık sesi duydum ama yanlış ta olabilir tabii.

 

Gürkan: abi Lazut’u telefona verir misin? Bunlara ben asla inanamam, bi’ yanlışlık vardır!

Gürkan: abi nedir bu olay doğru mu? Böyle bi’ şeyi sen yapamazsın(!) Bi’ yanlışlık vardır.

Lazut: Yaauu abiii eeee keem küm, işte şey abi……

Gürkan: Tamam Lazut tamam ben anlayacağımı anladım, neyini eksik ettik haaa neyini eksik ettik!!!! Arabaysa araba, ortamsa ortam, müzikse müzik, muhabbetse muhabbet, paraysa para… Neyini eksik ettik haaa neyini….

 

kiboresim Bu arada Gürkan’nın yoğun duygular içinde olduğunu anlayan Sezer telefonu aldı ve Gürkan’ı sakinleştirmeye çalışıyordu. Tabii olayların şoku bir anda gecemizi berbat etti. En yakın arkadaşımızın bizi böyle sırtımızdan vurabileceği hiç aklımızın ucundan bile geçmemişti. Zaten en çok koyanlar da, en çok sevilenlerden gelen kötülükler olmuyor mu?

O akşam evdeki gerginlik her zamankinden üst boyutlardaydı. Herkesi derin bir sessizlik içine almıştı. Herkes bu olayın gerçek olabileceğini sorguluyor, bilinç bunun olduğunu söylese de, kalpler bir türlü kabul edemiyordu. Bu kadar kolay, bu kadar basit, bu kadar değersiz olmamalıydı, olamazdı!! Bu hareket bu kadar büyük arkadaşlıklarda olamazdı!!!

Ertesi sabah uyanıldığında Lazut’un kot pantolonla çıktığını gören Sezer bu sahtekarlığa daha fazla dayanamadı ve ona “madem bu hareketi yaptın bari gizleme” diyerek eşofmanını verdi. Bekledi ki, Lazut da bir kızarma, utanma olsun ama yoktu! Lazut eşofmanı kabul ederek üzerine bi’ güzel giydi ve çıktı. Aykut hala kabul edemeyerek pencereye yanaştı. Bekledi ki, belki Lazut geri döner, bunların hepsinin bir şaka olduğunu söyler. Ama Lazut hiç geri döneceğe benzemiyordu. Dolu gözlerle onun gittiğini sonuna kadar izledi. Lazut arabaya binip gittiğinde Aykut’un durumu her zamankinden kötüydü.

Evde bütün gün bir matem havası esti. Sezer öğlen saatlerinde dayanamayarak evden biraz da hava almak umuduyla çıktı. Aykut ve Erhan 2 kiloluk çekirdeği can sıkıntısından Kadın programı izleyerek bitirdiler. Belki de hayatlarında en az konuşarak geçirdikleri gündü. Ortamda tek ses ağızlardan çıkan çekirdek sesi ve tv’deki Oral beyin izdivacını tartışan kadınların sesiydi. Bütün gün salondaki eski üçlü koltukta öylece oturdular.

Kitap_20080528143439_2542_13 Gece geç saatlerde Lazut ve Memet günlerini geçirdikleri insanların verdiği mutlulukla eve geldiler. Yüzlerindeki o büyük mutluluğu gördükçe evdekiler daha da moralsizleşmeye, çökmeye başlamışlardı. Lazut ve Memet günlerini ne kadar güzel geçirdiklerini anlattıkça ortama daha fazla kasvet, daha fazla hüzün çöküyordu. Erhan daha fazla dayanamayarak yatmaya çekildi ama uyuyamıyordu. Zihninde hala bu olayın nasıl olabildiği soruları dönüyordu. Salondan gelen gülme sesleri kulağına, diğer arkadaşlarının yaşadığı hüzün aklına geldikçe uykusu daha da kaçıyordu. En sonunda tekrar salona geçti. Gürkan, Sezer, ve Aykut sanki bir günde 3 yıl yaşlanmış gibilerdi.

Saat gecenin 3’ü gibiydi, Gürkan daha fazla dayanamayarak evden uzaklaşmak istediğini söyledi. Diğerleri de bu kararı onayladılar ve dışarı çıkmaya karar verdiler. Yalnız bir sorun vardı. Lazut ve Memet de fütursuzca gelmek istediklerini söylediler. Elden ne gelir diğerleri mecburen kabul ettiler ve sabaha kadar bu durumun yaşattığı kabul edilemezlikle arkadaşların evinde muhabbet etmeye çalıştılar. Ama olmuyordu işte(!) Olmuyordu!!

 

Bunları anlatırum çünkü, insanlara olan güven duygusunu kaybetmemenizi istiyorum. İstiyorum ki, kaç yıl beraber yaşadığınız insanlar bile sizi sırtınızdan hançerleyebiliyor, siz bunun farkında olun. Bizim gibi en sevdiğiniz insanlara sonuna kadar, ölümüne güvenmeyin. Onları kalbinizde yüceltmeyin. Belki bizi öldürmeyen daha güçlü yapıyor ama sırtınızdaki hançer izi de hiç bir zaman geçmiyor.

 

preview.2.82cb8b843f56e3cc46a263e6717b7cfc

CEMAATÇİLİK

Cemaatler tek partili dönemin baskıcı tutumu altında yükselen bir anlayış olmuştur. Siyaset içinde yer alması ve yönetim şekli içinde kendisine yer araması çok normaldir. Önemli makamlarda kadrolaşma için öğrenci bursları verme , yurt açma gibi stratejilerde bulunurlar. Sohbet toplantıları tertipleyerek dinin nasıl yaşanması gerektiğini , yaşam içerisinde dinin nasıl olması gerektiğini anlatırlar. Süleymancı , nurcu , ışıkçı gibi cemaatlerin hiçbirinde tarikatlarda olduğu gibi tarihsel köklere veya da bir silsileye rastlanılmaz. Asıl gaye sosyal ve siyasi hayatla iç içe olmaktır. Bunlara müdahale edebilmektir.Kuşkusuz inanan bir toplumu yönetmek her zaman çok daha kolaydır. İnancın durması gereken yer olan vicdandan çıkıp özellikle siyasi hayatta bu kadar var olması diğer her şey de olmasını çok daha mümkün kılıyor. İnsan doğasında var olan inanma ihtiyacı farklı amaçlar doğrultusunda sömürülüyor. Bu durum yargılayamayan beyinlerde içine sinmeyen bir şeyi sırf çevresindekiler öyle düşünüyor diye kabul etmelere ya da çok mantıklı görünen bir şeyi dahil olunan cemaat kabul etmiyor diye nedenini bile bilmeden reddetmelere yol açıyor.
Türkiye cumhuriyeti içerisinde devletin boşluklarını dolduruyor gibi görünen cemaat anlayışı en çokta fethullah ho
ca cemaatinin aslında devletin boşluklarından faydalandığını anlamak hiçte zor değil. Ekonomik zorluklardan , eğitimin hantallığından faydalanan cemaatçilik anlayışı ülkemizde binlerce gencin beynini yıkamaktadır. Neyin içinde olduklarının ve neyi savunduklarının farkında bile olmayan gençler aynı şekilde giyinmekte , aynı şekilde düşünmekte , aynı şekilde konuşmaktadır. Evlilik hayatlarını bile cemaat içerisinden seçilen eşlerle yapan vatandaşlarımız cemaatin kendilerine ayarladıkları işlerde çalışmaktadırlar.
Günümüz dünyasında ki en önemli güçlerden biri olan medya gücü iktidarları başa getirip tekrar baştan indirmektedir. Televizyona bu kadar bağımlı olan kavimler olarak bize televizyonda verilen her şeyi sorgusuz
sualsiz kabul etmekteyiz. Bu açıdan da bakıldığında başarılmaya çalışılan misyon doğrultusunda Fethullah Gülen cemaatinin basın ve yayın organları herkes tarafından bilinmektedir. Sahip olunan gazete ve kanallar ideoloji doğrultusunda yaptığı yayınlarla ülke çapındaki bu mücadelelerini haklı kılmaya çalışmaktadır. Gösterdikleri dışa gülen bu yüzleriyle genellikle ortaöğretim çağında olan gençlerin aile desteklerini de arkalarına almaktadırlar. Bu beyin yıkama sürecini kaçınılmaz hale getirir.
Türkiye’deki iktidar belirlenmesi konusunda inanılmaz etkin olabilen fethullah hoca cemaati artık her düzeyde , her sosyal statüde karşımıza çıkabilmektedir. Alenen yapılan din sömürüsü sayesinde ele geçirilen berrak beyinler Türkiye’nin ne tarafa gitmesine sebep oluyor oda ayrı bir tartışma konusu.
Özünde birey kavramını kabul etmeyen bu düşünce anlayışı kuşku
suz bir inancın bir araya getirdiği insanlar topluluğudur. İlişkiler kendi hatır ve çıkarları için desteklenir ve her şey duygusaldır geleneklere bağlıdır sorgulamak tartışmak karşı çıkmak mümkün değildir. Kesin bir mekanik dayanışma hüküm sürer. Dolayısıyla yukarılarda alınan bir karar cemaatin en dibindeki alt kadrosuna kadar uygulanır ve “A” nın aldığı kararı “Z” sorgulamadan , sorgulamaya hakkı olmadan yapar. Apolitik dünya düzeninde sadece tüketmeyi öğrenen bir nesil için biçilmiş bir kaftan.
Türkiye cumhuriyetinin kendisine tanıdığı haklar doğrultusunda özgür olabilen ama bu özgürlüğünü hoca efendisine onunda hocasına ve hatta onunda hocasına gözü kapalı teslim ederek iradesinden vazgeçen kişinin kemale ermeyi beklemesidir ülkemizdeki cemaatin tabanı. Veya samimiyetten uzak bir şekilde
sadece daha iyi bir iş daha iyi bir gelecek ve daha fazla para için ekonomik ve statü anlamındaki avantajlardan yaranan insanlardan bu taban oluşmaktadır.
İrtica kaygısı , şeriat gelmesi korkusu yaşadığımı söyleyemem bunlar benim nazarımda imkansız. Hiçbir yere gitmeden oturduğu yerden göç eden beyinler yarının bürokratının , akademisyeninin , öğretmeninin , annesinin babasının ta kendisi hatta işin acı kısmı dünün çocukları zaten günümüzde bu bahsettiğimiz statülerde bu rolleri oynamaktalar. Gelgelelim sıfır doğaçlama katarak. Çünkü sistem onlara ne dayatırsa cemaat onlara ne emrederse onu yapmak zorundalar. O kadar enteresan
bir zorunluluk ki bu geneli içinden gelerek mecburiyete uyuyor.
Mevcut düzen içerisinde önü kesilemeyen bu durum Yargıtay dan geri dönen davalar ufak bir anjiyo için gidilen fakat yıllarca geri dönülemeyen bir seyahat… bence her şey oldukça açık ve net. Bilimin öğrenilmesine veya öğretilmesin
e hiçbir zaman karşı değilim kimin ne öğrendiği kimseyi ilgilendirmez zaten ama ne kadar bilgi bilirse bilsin kendi başına düşünemeyen bir beyin hatta kendi başına giyinemeyen bir birey içimi acıtıyor.




_Sleepless_