firar etme ne olur, kokla senin de olur !
merhaba. bu görmüş olduğunuz kişi, emektar oda arkadaşım KAPTAN. kendisi 2 yaşında. hobileri, tuvalet kağıtlarından yatak yapmak ve kafesinden kaçıp evin çeşitli köşelerine kaka yaparak benimsediği noktaları işaretlemek. en sevdiği yemekler, keçiboynuzu ve ezine peyniri.
bugün kahvaltıdan sonra, pc başına geçip keyif yapayım dedim. "geçmişten günümüze en iyi bilim kurgu klasikleri" başlıklı bir forumdan indirdiğim filmlere altyazı arayacaktım. bir yandan kahvemi yudumlarken bir yandan da radyo eksen dinleyecektim. mutfağa gidip kahve yapmak için rasgele bir fincan seçtim. arkadaşım elif'in ayvalık'tan getirdiği "türkiye" yazılı turist kupası geldi elime. bu kupanın hikayesi vardı. içim bi cız etti.
elif'in eski sevgilisi kaan'ın kupasıydı bu. elif ayvalıktan dönüp bize kupaları hediye ettiği gün hep beraber benim evdeydik. yedik, içtik, eğlendik...ertesi hün herkes giderken kendi kupasını özenle gazete kağıtlarına sarıp yanında götürürken, kaan efendi sevgilisinin kendisine kupa almış olduğunu unutup seyirterek çıkıp gitmişti evden. elif rica etmişti ; "deniz, bi ara kaan'ın kupasını da getirirmisin buluştuğumuzda"... ben götürmemiştim. ya da zamanım olmamıştı. çünkü elif'le kaan o dönem kavga edip ayrılmışlardı. kaan'ın hediyelik kupası, kadın anamın herşeyden habersiz yıkadığı diğer kupalarla beraber, ekmekliğin altındaki dolapta, benim hediyelik kupamın hemen yanında yerini almıştı.
hatıralarla dolu turist kupasına kahveyi doldurup odama geçtim. bilgisayarı açtım ve bilim kurgu filmlerimle ilgilenmeye başladım. bir anda KAPTAN aklıma geldi. zavallım ben burda keyif çatarken kafesinde yalnız ve çaresizdi. hemen mutfağa seyirtip bir tutam maydonoz kaptım. onu biraz olsun neşelendirmeli, bu soğuk pazar sabahında en sevdiği yiyeceklerden birini hediye edip, ağzını tatlandırmalıydım. fekat o da neydi? kafesin kapısına önlem olsun diye iliştirdiğim tel ve mandal yerinden çıkarılmış,yere atılmıştı., kapı hunharca açılmıştı ve kaptan her zamanki yerinde yoktu...
canım oğluşum neredeydi? nereye saklanmış olabilirdi? odadan hiç çıkmamıştı bundan emindim. çünkü sabah uyandığımda kaptan yatağında yatıyordu ve mutfağa giderken de gelirken de alışkanlıktan odamın kapısını kapalı tuttum. hiç açılmamıştı kapı.fakat yine de ben odadan çıkınca kaçmıştı kaptan. hain planlar peşindeydi. belki de kafesin kapısındaki mandalı ve teli dün gece ben uyurken sökmüştü. benim odadan çıkmamı bekliyodu. ben gidince mandal engeli kalkmış olan kapıyı güçlü bir burun darbesiyle ittirdi ve çıktı. peki buraya kadar tamam. ama nereye gitti? planı neydi? girdiği delik her neresiyse onu oradan ne çıkartabilirdi?
evet ! kaptan'ı saklandığı yerden çıkaracak şeyi bulmuştum. onu en zayıf noktasından vuracaktım ! buna asla dayanamayacaktı! KESİF PEYNİR KOKUSU! her nerede olursa olsun bu kokuyu duyunca fişek hızıyla çıkacak ve peynire ulaşacaktı. hemen mutfağa seyirttim. buzdolabından annemin börek içi içim hazırladığı köy peyniri leğenini kaptım. kokusu gerçekten felaketti. geçtiği her yerde bir buğu bırakıyordu yoğun kesif peynir kokusu. kaptan bu kokuyu duyunca bütün inadını bırakacaktı. bundan adım gibi emindim.
peyniri kaptığım gibi odaya getirdim. yatak ve bilgisayar masası çevresini iyice incelediğim için oralarda olamazdı. daha çok kütüphane tarafından şüpheleniyordum. duvara monte olan kütüphane yerinen asla kımıldamıyordu. bir milim bile oynamıyordu. eğer kaptan kütüphanenin arkasındaysa onu oradan çıkartabilecek tek şey yine kendisiydi. öyleyse peynir leğenini kütüphanenin yakınlarına koymalıydım. böylece kaptan kokuyu alır almaz çıkacaktı.
peyniri kütüphanenin önüne koydum ve beklemeye başladım. gözümü peynirden ayırmıyordum. daha doğrusu ayıramıyordum. hem kokusu hem bembeyaz rengiyle insanı hipnoz ediyordu. ayrıca leğenin kenarına iliştirilmiş maydonozlar da cabasıydı. yeşil de beyazın içine karışınca bakmalara doyum olmuyordu adeta. fakat bir süre sonra odamı keçi poposu kokusu sarmaya başladı. bir peynir bu kadar mı kötü kokabilirdi? pencereyi açtım. dışarısı kardan bembeyaz olmuştu. pencereden gelen kar soğuğu bile kokuyu bastırmaya yetmedi. kaptan henüz yerinden çıkmamıştı. bir sigara daha yaktım. belki de pencereden gelen temiz hava kokusu kaptanın aklını karıştırmıştı. ama pencereyi kapatamazdım. bu bana işkence olacaktı. pencereyi kapamasam bile odada hakim olan bu kesif koku kaptanı çoktan uyarmış olmalıydı...ama kaptan inadına devam ediyo gibiydi. hala ortaya çıkmamıştı.
belki girdiği delikte uyuyakalmıştır diye düşündüm. hamster'lar yaşlandıkça tüm günlerini uyuyarak geçirirler. kaptan da genelde gündüz uyur, gece 12 gibi kalkar ve sabah 7 ye doğru tekrar uyurdu. peki öyleyse, uyanması ve peynirin kokusunu alması için gece 12 yi mi bekleyecektim? peyniri buzdolabına geri götürebilirdim. fakat kaptan arada uyanırsa ve kokuyu almazsa geri uyurdu ve bu ihtimal bir riskti. peyniri geri götüremezdim. peki tüm gün o peynir odamda mı kalacaktı? saat geceyarısını vurduğunda benim halim ne olacaktı?...
yaklaşık bir saat boyunca kaptandan haber alamadım. kütüphaneye dömelerek kulağımı dayadıysam da hiçbir tıkırtı duyamadım. keçi peynirini küçük küçük bölüp kütüphanenin giriş çıkışlarına yerleştirdim. karanlık bir köşede uyuyakalmış olma ihtimaline karşın, kütüphanenin suntalarına vurmaya başladım. bir taraftan suntalara vururken bir taraftan da "kaptaan oğluumm" diye sesleniyordum. böylece çıkardığım sesler onu uyandıracaktı. uaynınca burnuna gelen kesif kokuyu farkedecekti ve dışarıyı kontrol etmek için oradan çıkacaktı.
yaklaşık 10 dakika gürültü yaptıktan sonra tıkırtılar duymaya başladım. evet, kaptan içerideydi ve tahmin ettiğim gibi uyuyakalmıştı. ama şimdi gürültülerimden uyanmıştı ve kokuyu almıştı. sağa sola koşturup çıkışı arıyordu. uyku sersemi olan yaşlı hamster'ların gözleri çok iyi göremez. kaptan'da büyük ihtimalle suntalara çarparak yolunu arıyordu. derin bi "ohhhhh" çektim.en azından yaşıyordu. annelik güdülerimle, "yaşadığını bilsem yeter" dedim. ama yetmedi. oradan çıkmalıydı yoksa rahat edemezdim. bu yenilgiyle yaşayamazdım.
kısa bir süre sonra planım tıkır tıkır işlemeye başladı. kaptan peynirin kokusuna dayanamamıştı ve kütüphane gerisinin çıkışında küçük ve kıllı kafası belirdi. "ehe ehe" diye gülmeye başladım. uyku sersemi gözleriyle şehla şehla peyniri arıyordu. hedefi gördü. peynire uzandı. peyniri dişledi. oldukça yavaş hareket ediyordu.
o sırada fotoğrafını çekmeye çalışıyordum. benim fotoğraf yakalamakla uğraştığımı farkedince hızlı bir hamleyle peyniri kapıp tekrar çıktığı deliğe girdi. makineyi bırakıp kendi alnımı karışladım. ne yapmıştım... kafasını çıkarmışken onu kıskıvrak yakalayabilirdim fekat tüm dikkatimi fotoğraf makinesine vermiştim. hemen keçi peyniri leğeninden küçük bir parça daha kopardım. açgözlü kaptan, ikinci bir dilim peyniri reddetmeyecekti. yeniden peyniri çıkışa yerleştirdim.fotoğraf makinemi hazırladım ve beklemeye koyuldum.
tahmin ettiğim gibi, kaptan ikinci peynir için harekete geçmişti. planı aynıydı : peyniri kapıp içeri kaçmak. fakat bu sefer ben daha bilinçliydim. ikinci peyniri almak için kafasını delikten çıkarttığında, çaktırmadan peyniri biraz daha uzağa aldım. kaptan kafasını biraz daha çıkardı ve ben peyniri biraz daha uzağa çektim. böyle böyle derken kaptan ondan uzaklaştırdığım peynire ulaşabilmek için neredeyse tüm vücudunu dışarı çıkarttı.
bu sırada peyniri de ağzına aldı. çevik bir hareketle çıktığı deliğe doğru döndü. ben de akabinde elimle deliği kapattım. kaptan şimdi tuzağıma düşmüştü. çaresiz ve yapayalnız kalmıştı. şaşırmıştı. zekiydim.
ağzında kalıp keçi peyniri, uykusuzluktan şaşırmış gözleri, ve ucundan minik bir parça bok çıkmakta olan poposuyla, saklandığı yere geri dönmeye çalışırken çok sevimli gözüküyordu. minik burun darbeleriyle deliği kapamış olan elimi ittirmeye çalıştı. bunu yaparken ağzındaki peynirin bi kısmını elime sürdü.
fakat elimi ordan çekmediğimi, bunu başaramayacağını anlayınca yenilgiyi kabullenircesine bana baktı. durdu. bi süre düşündü. ağzındaki bu ağır yükle ne kadar çevik olabilirdi? peyniri asla bırakmazdı. yenilmişti, bari bu savaştan ganimetlerle çıkabileydi...
ağzındaki keçi peyniriyle oradan oraya koşturmaya başladı. eski mekanı olan kalorifer peteğine yöneldi. fakat artık orası güvenli değildi. bir bana bir kalorifer peteğine bakıyordu. peyniri kaybetmemek için ağzına soktu. küçükken yeşil eriği yanağımızda bekletip orayı şişirdiğimiz gibi peyniri yanağında bekletiyordu. yanağı kocaman olmuştu şimdi. dışarıdan dokunulduğunda içinde bir peynir olduğu hissedilebiliyırdu.
onun bu salak haline daha fazla dayanamadım. yumuşacık tüylerine dokundum. "bi daha beni üzmezsin artık" dedim. yüzüme öylece bakıyordu. o bakışlar tüm kavgaları tüm ayrılıkları tüm terkedişleri bir anda silip attırabilirdi. masumcana. sevgi dolu. o anda affettim beni bırakıp kaçan oda arkadaşımı. öptüm öptüm öptüm...dayanılır gibi değildi.
hemen kafesine geri koydum. zavallım susamıştı. kana kana su içti. mutfaktan yürüttüğüm maydonozu kafesine koydum. bana geri dönmesinin ödülüydü. maydonozu hemen yemedi. hala yüzüme bakıyordu. bir açıklama bekler gibiydi. ona haksızlık etmiş olabilirdim. arada evden çıkıp yalnız kalmaya kafasını dinlemeye hakkı vardı. bu hakkını elinden almış gibi oldum. bundan sonra ilişkimiz ne olacaktı? herşeyi unutup eskisi gibi mi devam edecektik? bunu başarabilecek miydik? beklediği açıklamayı yapmalıydım. onu daha fazla bekletemedim. bana bakan masum gözlerine odaklanarak şunu söyledim :
firar etme ne olur
kokla senin de olur....